YOZCULARIN KÖKENİ VE ÇANGAZA KÖYÜ

YOZCULARIN KÖKENİ VE ÇANGAZA KÖYÜ
1976 yılında daha 10 yaşında iken ailemin bir sabah erkenden kalkıp, ağırlıkta hafif, değerde önemli olan tüm eşyalarını kamyona yükleyerek Kıbrıs’a göçmesi ile birlikte doğduğum yerden, ailemin köyünden uzak kaldım. 50 yılı aşkın bir süredir Kıbrıs’ta yaşıyorum.
Doğduğum yer olan Kadirli, hep çocukluk anılarım olarak belleğimde kaldı. Bura ile ilgili anılarım 9-10 yaşına kadar yaşayabildiklerim oldu. Akrabalarımdan, arkadaşlarımdan ve sevdiklerimden çok uzak kaldım. Yıllarca görmediğim için kimlerdi bilemedim. Gidip ne onları; ne de köyü göremedim. İçimde hep hasret olarak kaldı.
Babamın yıllarca anlattıkları ile tanıdım köyü ve Kadirli’yi. Babam anlatırdı: “Çangaza Köyü, Kadirli’nin Güney tarafına düşen, şehirden yaklaşık 10 km uzaklıkta, yeşillikler içinde, ağaçlı, tarıma elverişli çok güzel bir köydü. Evler, o yıllara ait huğ denilen çitlerle ve saman dolu çamurlarla sıvanmış, üzeri, bölgeye has bataklıklara ait bitki otlarıyla kaplanmış tek odalık evlerdi. Çok az ev, iki odalı olurdu. Banyo, tuvalet, mutfak gibi özellikler pek yoktu. Etrafı kare biçimde tuğlalarla çevrilmiş, cağlak denilen küçük bir bölümde yıkanılırdı. Öyle günümüz banyoları gibi kapalı bir bölüm değildi. Etrafı açıktı. Ama banyo yapılacağında diğerleri oraya gelmez, ya dışarı çıkar; ya da arkasını dönüp bakmazdı. Yemekler üçayaklı sacayağı denilen bir demir üzerinde pişirilirdi. Bu sacayağı odunlarla yakılan ateşin üzerine konur, kazanların üzerine konulmasıyla yemekler pişirilirdi. Her kapıda bir iki inek olur, onların sütü ile peynir, yoğurt yapılırdı. Tavuklar beslenir onların yumurtaları ile öğün giderilirdi. Yöreye göre çeşitli meyve ağaçları bulunurdu. İncir, hemen hemen her evin vazgeçilmeziydi. Nar, dut ağacı vs vs… Köyde genelde buğday, karpuz, kavun gibi ürünler ekilerek tarım yapılırdı. Tarım ve hayvancılık köyün başlıca geçim kaynağı idi. Ama tarımı herkes yapamıyordu. Çünkü köylülerin ekip biçecek tarlası yoktu. Ağaların tarlası olduğundan genelde ağaların yanında amelelik yapılırdı. Yevmiye usülü ile ağaların tarlalarında çalışılırdı. Hayat böyle sürüp giderdi.”
Ancak yıllar sonra üniversiteyi bitirince gidebildim doğduğum şehre. Tabii çocukluğumdaki şehirden bambaşka bir şehir olmuştu. Büyümüş, gelişmiş ve modern bir şehir kimliğine kavuşmuştu.
Çocukluk yıllarımda hatırladığım tek şey yoksulluktu. Bu yoksulluk, sadece bizim için değil, orada yaşayan tüm insanlar için geçerliydi. O zamanlar kalkınmış bir şehir değildi Kadirli. Tarım, revaçtaydı. Ama tarımla da uğraşan belli başlı kişiler vardı. Genelde bunlara ağa deniliyordu. Hani, Yaşar Kemal’in meşhur İnce Memed romanındaki, halka zulüm eden, onları sömüren, emeklerini gasp eden, onları adeta boğaz tokluğuna çalıştırarak zenginliklerine zenginlik katan ağalardı bunlar…
Her şey ağaların elindeydi. Her şeye onlar yön veriyordu. Çünkü para onlardaydı. İstedikleri gibi hareket edebiliyorlardı…
Son gittiğimde şunu öğrendim bir öğretmen arkadaşımdan. Anlatıyor: “Ya hocam, günümüzde ağa kalmadı. O, 50 sene önce binlerce dönüm araziye sahip olup da halkı sömüren ağalar, bu gün acından ölüyor. Birçoğu elindeki mal varlığını kaybetti. Kimi iflas etti, kimi hep böyle kalacağız düşüncesiyle planlı ve programlı hareket etmedi. Birçoğunu lüks hayat, israf, eğlence ve kumar batırdı. Zannettiler ki hayatımız hep böyle devam edecek. Zannettiler ki bu şatafat sürüp gidecek. Allah, insanı hep deniyor, imtihan ediyor. Akıllı olan bu sınavı geçiyor. Olmayan da kaybolup gidiyor. Bu gün tablacılık yapan ağalar var. Ondan bundan para isteyip geçinmeye çalışan ağalar var. Tabii artık ağa denmiyor bunlara…”
Bir gün babamın sürekli anlattığı, hep hayallerimde çok farklı olarak yarattığım Çangaza köyüne gittim. Gerçekten de şehre çok yakın bir köydü. 5, bilemedin en fazla 10 dakika sonra köydeydik.
Çangaza Köyü, Osmaniye Yolu üzerinden sola dönerek Kadirli Devlet Hastanesi İstikametine doğru kurulmuş bir köy. Zaten Hastanenin hemen bitiminden sonra köy sınırı başlıyor diyebiliriz. Hastaneden bakıldığında köyün evlerini ve ağaçlarını görmeniz mümkün.
Çangaza, Kanali, Cığcık, Aşağı Bozkuyu ve Yukarı Bozkuyu var bu istikamette. İlk köy de halk arasında “Çankaza” olarak bilinen Topraktepe köyü.
Köy, toprak yoldan ilerlerken aniden sola ayrılıyor. Ayrılmadan önce büyük bir ağaç sizi gölgelemek için selamlıyor. Sıcak yaz aylarında yaya olan köylüler için bu ağaç yıllardır bu görevi yerine getiriyor: Bir solukluk dinlenme ve çeşmeden su içme.
Hemen arkada Kabasakız Mezarlığı bulunuyor. Çangazalıların mezarı burası. Bana verilen bilgiye göre Çanagazalılar ölülerini buraya gömüyor. Az ileride de Kabasakal’dan 3 km uzaklıkta İncirlik denilen bir mezarlık var. Öğrendiğime göre akrabalarımın büyük çoğunluğu burada yatıyor.
Çangaza nereden geliyor? Neden buraya Çangaza denmiş? İlgimi çekiyor. Bunu merak ettiğim için bana mihmandarlık yapan amcaoğlu Mehmet Yozcu’ya soruyorum. Anlatıyor: “Çangaza Köyü antik bir köymüş. Önceden burada Hristiyanlar yaşarmış. Onlar da buraya bir kilise yapmış. Bu kilisenin de “Altın”dan yapılmış büyük bir çanı varmış. Sonradan bu çanı çalmışlar ve burada bir tarlaya gömmüşler. Yıllardır defineciler bu altın çanı arayıp durmuşlar. Kendi aralarında “Çanı kazalım, altını alalım” derlermiş. İşte bu çanı kazalım sözü zamanla halk arasında söylene söylene Çangaza’ya dönüşmüş. Köyün adı buradan geliyor.”
Çangaza Köyü o kadar çok ilgimi çekiyor ki araştırmadan, soruşturmadan yapamayacağım. Bu konuda da You Tube imdadıma yetişiyor.
Kadirli, gerçekten okuma oranı olarak belki de Türkiye’nin en yüksek orana sahip bir ilçe. O kadar çok okuyan insan var ki neredeyse bütün şehir çocuklarını okutmuş, üniversite mezunu etmiş. Yani buradan o kadar çok okumuş insan çıkmış ki bunlar önemli makam ve mevkilere gelerek Türkiye’nin her yerine yayılmış.
You Tube’da Çangaza ile ilgili haber ararken karşıma bir video çıkıyor. Kadirli’den çıkmış, bir bilim adamı Akademisyen Aytaç Bozkuyu çıkıyor.
Aytaç Bozkuyu Niğde Üniversitesi’nde tarih, Dokuz Eylül Üniversitesi’de Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü okumuş bir etnolog. Türk Tarihçiler Birliği Kurucusu. Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı’nda çalışmış. TRT’de Belgesel Danışmanı olarak da görev yapıyor. Kısaca alanında çok bilgili, donanımlı ve profesyonel bir bilim adamı.
Sayın Aytaç Bozkuyu Çangaza hakkında şu bilgileri aktarıyor videoda:
“Çangazalılar, 24 Oğuz Boyu olan Eymür Boyuna mensuptur. Eymür Boyu, Oğuz Kağan Destanına göre Oğuzların 24 Boyundan biri, Kaşkarlı Mahmut’un Divan-ı Lügat-it Türk’e göre 22 Oğuz Bölüğünden 11.si
Edinilen bilgilere göre Eymür köyleri Alevi veya Sünni inanışlara sahip. Bir kısmı da Alevi. Bu boyların Üçokların boylarından Dağhan’ın oğullarından geldikleri biliniyor. Eymür ismi de Oğuz Kağan oğullarından Üçoklardan Dağhan’ın oğlu Eymür’den geliyor.
1571’den 500 yıl önce Anadolu’ya ilk gelenlerin Oğuzlar Boyundan gelen Eymürlerin olduğu mezar taşlarından biliniyor. Buna göre Türklerin Anadolu’ya gelişi 1071 öncesine dayanıyor.
Eymür kelimesi, “iyi durumunda olan”, “Varlıklı olan” anlamında kullanılmış bir sözcüktür. Anadolu’da birçok yerleşim birimi adını bu boydan alıyor. Ankara’da bir de Eymür Gölü var. Adını buradan alıyor.
Çangaza’daki Eymürler, 1563 – 64 yılında 13 kola ayrılmış. Bunlar, kışlık ve yaylak olarak 2 kısma bölünmüş. Kışlıklarda çiftçilik, yaylaklarda hayvancılıkla uğraşıyorlar.
Çangaza antik bir köy olmakla beraber, bölgede bulunan Ermeni Hrıstiyanlardan kalma bir kilise bulunmaktadır. Rivayete göre kilisenin altından bir çanı olduğu ve bunun köyde bir tarlada gömülü olduğu söylenilmektedir.”
Bu rivayetin gerçeği yansıtmadığını belirten Aytaç Bozkuyu Çangaza sözcüğünün bölge ağzında “kavgacı” ve “döğüşçü” anlamına geldiğini belirtiyor.
Köyde asırlık bir mezarın olduğunu Kabasakız adıyla anılan bu mezarlığın köy tarihi bakımından çok önemli bir kaynak olduğunu söylüyor.
Bu topluluğun yani Çangazalıların, Yaylak olarak kullandıkları yerin Çokak’ın üzerinde bulunan Ağcadağ eteklerinde bulunan Henk mevki olduğu, çangazalıların buraya yaylaya gittikleri anlatılıyor.
“1563 kayıtlarına göre kışlak merkezi Mal Deresi, Yaylak ise Çokak yaylasıdır. Cumhuriyet döneminde ise 1525 yılında köyün adı Toprkatepe adını alır ve bu gün de hala bu ad kullanılmaktadır.
Köydekiler aslında Bozdoğan aşiretine bağlıdır. Oğuz Boylarından gelen Avşarlardır. Bir Kısmı Iğdır, bir kısmı da Eymür’dür.
Çangazalılar Aşağı ve Yukarı Bozkuyu köylüleriyle akrabadır. Kız alıp kız vermişler ve bu akrabalığı güçlendirmişlerdir. Yaşanan bir su kıtlığından dolayı da bazı aileler Çangaza Köyüne yerleşmiştir.
Sonuçta bunlar birbirleriyle akrabadır. Bozdoğan Aşiretindendirler. Bozdoğanlar Iğdır ya da Avşar, Çangazalılar ise Eymür ve Avşardır.” diye belirtiyor.
Tabii bu bilgilere ulaştıktan sonra ister istemez kendi soyadımı taşıyan Yozcuları merak ettim. Çangaza Köyü’nün büyük bir çoğunluğu Yozcu idi. Geniş, büyük ve köklü bir aile idi. Peki kimdi bu Yozcular. Kökenleri ne idi? Nereden gelmişlerdi?
Rahmetli babam, Kıbrıs’a geldiğimiz ilk günden itibaren bizlere “Sakın, kim olduğunuzu unutmayın. Nereden geldiğini unutmayın. Aslınızı, kökünüzü bilin. Bunları kendi çocuklarınıza da öğretin. Geçmişinizle asla bağınızı koparmayın. Akrabalarınızla sürekli irtibat halinde olun. Çocuklarınızı birbirlerine kaynaştırın. Birbirlerini sevsinler, bilsinler” derdi. Ve durmadan anlatırdı:
“Yozcular köklü bir ailedir. Türkiye’nin birçok yerine yayılmışlardır. Bu gün izini kaybettiğimiz fakat kökü bizden olan birçok Yozcu ailesi var. Soyadlarını değiştirip başka isim alan Yozcular var. Doğuda, Batı’da, İç Anadolu’da, Karadeniz’de bile Yozculara rastlarsınız” derdi.
Burada ünlü bir öykü yazarımızın bir öyküsünde Tekirdağ’da bir eşkıya Yozcu’dan söz edildiğini söylediğimde düşünüp “Bu bizim falancanın oğlundan başkası değil. Bir ara köyden kaçıp gitmişti. Trakya’ya gitti demişlerdi. Olsa olsa o olur” demişti.
“Yozcu nedir?” sorumuza şöyle cevap verirdi. “Yoz, kısır, doğurmayan koyunlara denirdi. Dedemin yüzlerce, binlerce yoz koyunu varmış. Bunları satarmış. Bir şey olduğu zaman Yosçuya gidin, onda koyun bulunur, yoz koyunları var, derlermiş.” diye anlatırdı.
Kökenimizi sorduğumuzda ise “Bize Karacalar da derler. Ama aslında Şamoğulları derler. Aslımız Şam’dan gelme. Biz Avşar imişiz. Önceden soyadı kanunu yokken Şamoğulları derlermiş. Bir gün soyadı kanunu çıkmış. Demişler ki herkes kendine bir soyadı alacak. Herkesin bir soyadı olacak. Dedem de gitmiş. Soyadı almak istemiş. Memur demiş hangi soyadını almak istiyorsun? Dedem Şamoğulları olsun demiş. Memur demiş ki “O ismi veremeyiz. Alınmış. Alınan isimlerin verilmesi yasak. Başka bir isim söyle demiş. Dedem bu sefer Karaca olsun demiş. Memur bakmış o da verilmiş. Olmaz demiş. Bu da yasak. Peki, köyde seni nasıl çağırırlar, bir lakabın, bir ünvanın var mı demiş. Dedem de bana Yozcu derler. Yoz koyun alıp satarım demiş. Bu benim mesleğim demiş. Memur da o zaman sana Yozcu soyadını verelim demiş. Ve bu adı vermişler.”
Babamın anlattıkları bu hikâyeler yıllarca belleğime dolduğu için bunların gerçek mi yoksa uydurma mı olduğunu hep merak etmişimdir. İşte bu merakımı yenebilmek için Sayın Aytaç Bozkuyu’ya ulaştım. Kendisiyle tanışıp konuştum. Sağ olsunlar büyük bir anlayışla karşılayıp Yozcular hakkında araştırma yapıp beni bilgilendirdiler.
Olaya önce yukarıda anlattığım Yozcu isminin verilmesi ile başladım. Bu olayın doğru olup olmadığını, Yozcuların kökeninin ne olduğunu, önceden Şamoğulları denmesinin sebebini, bizim Avşar mı, yoksa Arap kökenli mi olduğumuzu öğrenmek istedim. Aytaç Bey, “Merak etmeyin, Devlet arşivlerine girerek istediğiniz bütün bilgelere en sağlıklı şekilde ulaşabilirim” dedi. Benden biraz müsaade istedi.
Bir ay kadar sonra bana yazarak bulduğu tüm bilgileri benimle paylaştı. Öncelikle “Babamın anlattığı olayların doğru olduğunu, dedemin soyadı alma ile ilgili anlatılanın belgelerle birebir uyuştuğunu, bunların kesin ve net doğru bilgiler olduğunu” söyledi.
Aytaç Bozkuyu Hoca aşağıdaki bilgileri aktardı. Ben de kendi ifadeleriyle olduğu gibi size aktarıyorum:
“Şamlı Afşarı (Eski Yörük) adından da anlaşıldığı gibi Kuzey Suriye, ya da diğer adıyla Halep Afşarlarından gelmektedirler. İran’da, özellikle Safeviler devrinde etkinliğini gördüğümüz Şamlılar ise Halep Türkmenlerinden olup başka boylara mensuptur. Ancak, günümüzde İran’daki Afşarların obalarından biri Şamlı adını taşıyor. Anlaşılan bu Şamlılar, zamanla Afşarlar arasına girip onun bir obasını oluşturmuştur. 16. yüzyılda Karaman Vilayetinde bulunan Atçeken oymakları arasında Eski İl kazasında sakin bir Şamlular (diğer adı Başagiren) cemaati bulunmaktadır. Kutlu Hanlı kavmine bağlı olan bu cemaat, 1543’de ortaya çıkmıştır.
Şamlılar (diğer adı Eski Yörük), asıl vatanları olan Anamurun Çukurşamlı köyüne iskân edildi. Boz-Ulusun Aydın bölgesinde bulunan cemaatleri arasında yeni oluşan bir Şamlı obası var. Şamlu yazda Sivas’ın güney tarafında ve Uzun Yaylada yaşayan, kışı Halep bölgesinde geçiren Türkmenlerin Beğdili, Harbendeli, İnallu gibi oymaklarının kollarından meydana gelmiştir…”. Yazar Şamlı (Şamlu) boyu üzerine adı geçen eserinde daha sonra bunları kaydediyor: “Kızılbaş ulusunu oluşturan birinci dereceli oymaklar şunlardır: Ustacalı-Ustahacılu (Safevi devrinde Ustaclu), Rumlu, Tekelü, Zülkadar, Şamlu, Kaçar…”. F. Sümer aynı eserinde daha sonra yazıyor: “Safevi devletinin dayandığı en başta gelen Türkmen boylarından biri olan Şamlu boyu başlıca Beğdili, İnallu (daha sonraları İnanlu) ve Hudabendelu (Harbendelu) obalarından meydana gelmişti. Daha sonra bu boya Avcı, Balabanlu, Biçerlu, Arabgirlu ve Kerametlu gibi obalar da katılmıştır”.
Yazar Şamlu boyu hakkında daha sonra şöyle yazıyor: “İskender Beğ-i Türkmen’in “Târih-i Âlem Ârâ-yi Abbasi” adlı eserinin Bâyezid Umumi Kütüphanesi’ndeki nüshasına göre (nr. 4976, 9b) Hanlar Hanı Ali Kulu Han’ın maiyetindeki emirlerden biri de Gazi Sultan-ı Balabanlu-yi Şamlu idi. Buna göre, Şamlu’nun bir de Balabanlu obası olduğu anlaşılıyor”“…Moğol birlikleri, o sırada Sivas ve Kayseri yörelerinde olan Türkmenler ile Ağaçerleri üzerine, katliam amacı ile saldırıya geçerler. Türkmenler, bu saldırıyı göğüsleyemeyeceklerini anlayınca, çareyi güneye inerek, Memlûk toprağına sığınmakta bulurlar. Bu amaçla 40 bin çadırdan oluşmuş bir topluluk, 1277’de Suriye’ye geçerek, kışları Gazze’den Amik Ovası’na kadar olan bölgede, yazları ise Sivas’ın güneyindeki Uzun Yayla’da geçirmeye başlarlar. Oğuzlar’ın Bayat, Beğdili, Avşar ve Döğer boylarından oluşmuş bu yeni oymağa, o tarihten itibaren, artık ŞAMLU TÜRKMEN’İ denil¬meye başlanır…”. Şam lı (Niim-ı diğer Ahadlı)
Diğer ismi Ahadlı olan Şamlı cemaati perakendesinin yekunu 5 bennak nefer, 102 koyun ve 5 devedir. KAYNAK TK.KKA.TD /30,vrk41 a.”
Kısaca Aytaç Bozkuyu Hocamız, Yozcuların Osmanlı döneminde Halep iline bağlı Şam’dan geldiklerini ve bunların birçok yere dağıldığını, büyük bir kısmının da Kadirli Çangaza Köyü bugünkü adıyla Topraktepe Köyüne yerleştiklerini ve burada hayatlarını devam ettirdiklerini söylüyor. Şam’ın uzun yıllar Türk hakimiyetinde olduğunu Anadolu’dan farklı bir yer olmadığını ve buraların bir Türk yurdu olduğunu dolayısıyla bizim Arap kökenli değil Bozdoğan Obasına bağlı Şamlı Cemaatinden olduğumuzu genelde Avşar Türkmenlerimizden olduğumuzu kesin ve net bir ifade ile belirtti. Hatta Savfavi Türk Devletini kuranların da Şamlı Cemaatinden olduğunu belirterek bu kaynaklara Faruk sümer Hocamızın da ulaştığının altını çizmiştir. Kendisi de bu bilgilere Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivinden kaynak olarak aldığını belirtmiştir.
Ben de beni kırmayıp, usanmadan, yorulmadan böyle bir araştırmayı yaptığı için kendilerine sonsuz teşekkürlerimi sundum. Böyle değerli araştırmacılarımızın sayesinde soyumuzu, sopumuzu ve kökenimizi çok rahat bir şekilde öğrenebiliyorduk. Ne mutlu bize ki kendi bölgemizden böyle çalışkan, üretken ve halkı için çalışan bilim adamları yetişiyor.
Çok teşekkürler hocam. Size minnettarım…

Paylaş

Önceki Haber

DAÜ MİMARLIK BÖLÜMÜ’NDE STÜDYO EĞİTİMİ TARTIŞILDI

Sonraki Haber

DAÜ BTYO ÖN LİSANS VE TEKNİKERLİK PROGRAMLARI İKİNCİ KEZ ASIIN AKREDİTASYONU ALDI

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

five × three =