“SESSİZLİĞİN HİKAYESİ” ÜZERİNE
Uygur Türklerinin Sessiz Çığlığı tüm Dünyaya
Şair Abduşşükür Qumhur’un şiirlerinde yükseliyor
“Sessizliğin Hikâyesi”
Adını fısıldadım denize tüm dillerde,
Sonuncu vapurun ağlama sesi duyuluyordu uzaktan.
Kara libas, kara peçe kara karınca gibi
geliyor dağılıp,
fakat (genç werther) refik idi yalnız bana.
Yürek gülüyordu kahvenin yükselen köpüğünde
lakin duyulmazdı onun sesi hiç bir yere.
Sessizliğin hikâyesi zayıf ışık saçar,
başka kapıdan girerek benim içime.
Ben deniz suyu gibi damlıyorum rüyana,
ay ışığı damlar saat dilinden tenine.
Ey kız,
sen konuşmayan bir dilde
sana yayılan narin şafağı okurken,
denizin sabahtaki yansıması hazır olur yanında.”
Abduşşükür Muhammed Bey ile ilk kez Denizli’de tanıştık. Denizli’de faaliyetlerini sürdüren kısa adı YAZ-AR BİR olan Egeli Yazarlar ve Şairler Birliği tarafından 27.28.29 Eylül 2024 tarihleri arasında düzenlenen “Türk Dünyası Şairler Buluşması”na katılmıştık.
Türk Dünyası ülkelerinden gelen şairler bu etkinlikte kendi şiirlerini okuyup hem sanatlarını, kültürlerini hem de ülkelerini tanıtmışlardı. Türkiye’den, Azerbaycan’dan, Özbekistan’dan, KKTC’den, Uygur Türklerini temsilen İsveç’’ten gelen şairler vardı. Bunlar, önce kısa bir konuşma yapmışlar, ülkelerini, sanatlarını tanıtmışlar ve Türklük Dünyasının birlik ve beraberliklerinden söz etmişlerdi.
Bu buluşmaya katılan şairlerden biri de İsveç’ten gelen ve Uygur Türklerini temsil eden Uygur Türkleri sanatçısı Abduşşükür Muhammed Qumhur idi.
Orada bulunan tüm sanatçıların içinde en çok ilgimi çeken kişi olmuştu Qumhur Bey. Efendiliği, sessizliği, sakinliği ve saygılı tavırlarıyla farklı biri olduğunu hemen göstermişti bizlere.
Saygıdeğer eşleri Münevver Hanım ile birlikte gelmişlerdi Denizli’ye. Eşi doktor idi. Her ikisi de okumuş, önemli yerlere gelmiş, kültürlü insanlardı. Deyim yerindeyse gerçek birer bilim insanıydılar.
Onlarla muhabbetimiz daha çok Uygur Türkleri üzerine oldu. Merak ediyordum. Basında okuduklarımız, görsel medyada gördüklerimiz gerçekten doğru muydu? Çin’de Uygur Türklerine karşı bir asimilasyon, bir yok etme hareketi gerçekten var mıydı? Yoksa Çin yetkililerinin anlattığı gibi bunlar uydurma, Çin’i karalamak adına yapılan uydurulmuş yalan haberler miydi?
Bu soruma cevabı, Denizli Türk Ocaklarının tanışma amacıyla bizleri davetlerinde yaptığım konuşma sonrası aldım. Burada yaptığım konuşmada Kıbrıs’ı anlatmış, Kıbrıs’ın stratejik önemini dile getirmiş, yıllardan beri ENOSİS hayaliyle yaşayan Rumların Megalo İdeasını yani Büyük Hayallerini gerçekleştirmek amacıyla 1963- 1974 yılları arasında Kıbrıslı Türklere yaptıkları baskıları, tedhişleri ve cinayetleri anlattım. Türklerin artık evlerinden dışarı çıkamadıklarını, bir yere giderken bir daha geri dönmeme ihtimali olduğu için aileleriyle vedalaştığını anlattım. Rumların bir Noel Gecesi adadaki Tüm Türkleri yok ederek adayı Yunanistan’a bağlamak için yaptıkları soykırımı dile getirdim. Bu olaylar karşısında sessiz kalmayan Anavatan Türkiye’nin 1974’te adaya huzuru, barışı getirmek için müdahale ettiğini, Mutlu Barış Harekatını gerçekleştirdiğini ve o günden bu güne adanın huzura kavuştuğunu, Türklerin ve Rumların kendi bölgelerinde yaşadığını ve bunun sonucunda KKTC’nin kurulduğunu, bugün KKTC’nin müreffeh, huzur dolu, barış dolu bir ülke olduğunu anlattım.
Konuşmam sonunda Qumhur Bey’in Saygıdeğer eşi Münevver Hanım, yanıma gelmiş ve bana sarılarak, gözleri yaş içinde “Sizi çok iyi anlıyorum. Buradaki insanlardan hiçbiri sizi benim kadar anlayamaz. Çünkü anlattıklarınızın on katını, yüz katını ve hatta bin katını biz yaşadık. Hala da yaşıyoruz. Çin, bize daha beterini yaptı. Özgürlüğümüzü elimizden aldı. Adımızı, dilimizi, dinimizi elimizden aldı. Özgürce hareket edemiyoruz. Biz de sizin gibi evden çıkarken ailelerimizle vedalaşıp ayrılıyoruz. Bu nedenle sizi çok iyi anlıyorum” demişti.
O anlar, ben de çok duygulandım. Gözlerimden ince ince damlalar akmaya başladı. Qumhur Bey geldi yanıma. Tanıştık. Aramızda sıcak bir dostluk başladı. O andan itibaren hep bir araya geldik. Ben onlara Kıbrıs’ı, onlar bana Çin’de yaşayan Uygur Türklerini anlattı. Çektikleri acıları, tedhiş ve işkenceleri tüm ayrıntılarıyla dile getirdiler. O zaman anladım ki bizim duyduklarımız az bile. Gerçekler o kadar gizlenmiş, saklanmış ki, Uygur Türkleri seslerini bir türlü dünyaya duyuramıyorlar. Kendilerine uygulanan şiddeti anlatamıyorlar. Çünkü Çin Devleti buna izin vermiyor. Ve anlatılanları hep perdeleyerek yalan olduğunu, siyasi haksız bir propaganda olduğunu söylüyor. Tabii dünya da buna inanıyor…
Kendileri okumuş, üniversite bitirmiş insanlar. Aydın kişiler. Etraflarına ışık veren, aydınlık veren insanlar. Çin Hükümeti böyle okumuş, kültürlü, bilinçli Uygurları istemiyormuş. Onların ülkeden ayrılması için her türlü baskıyı yapıyormuş. Bunlara da olmadık baskı ve zulümler yapılmış. Onlar da çareyi İsveç’e gitmekte bulmuş. Amaçları kaçmak değil, Uygur Türklerinin çektikleri çileyi, acıları daha iyi duyurmak için buraya gelmek olmuş. O günden beri tek amaçları Uygur Türklerinin seslerini dünyaya duyurmak için çaba harcıyorlar. Denizli’de de bunu dile getirdiler.
20 yıldır, İsveç’te yaşıyorlar. Ülkeleriyle hiç temasları yok. Hiçbir haber alamıyorlar ve iletişim kuramıyorlarmış. “Bu sürede hiç gitmediniz mi?” diye sorduğumda dalıp gidiyorlar. “Çin’e gidersek bizi hemen öldürürler. O nedenle gidemiyoruz” diyorlar. Ben de onların haline üzülüyorum. Gerçekten onların kaderi ile Kıbrıslı Türklerin kaderi aynı yazılmış diye düşünüyorum.
Abduşükür Muhemmed Qumhur 1967 yılında Doğu Türkistan’ın Kuçar kasabasının Eskişehir ilçesinde doğmuş. 1984 -1988 yıllarında Kaşgar Maarif Enstitüsü Edebiyat Bölümünde okumuş.
2001 yılı haziran ayına kadar Urumçi İşletme Fakültesinde doçent olarak çalışmış.
2003 yılında İsveç’e geldikten sonra, Ağır Sanayi Bölümünde 3 yıl okumuş ve eğitimi bitirdiğinde İsveç’e yerleşmiş.
1988 yılından 2003 yılına kadar Uygur Özerk Bölgesindeki meşhur dergilerden “Tarım”, “Tanrıdağ”, “Gençler Dergisi”, “İşçiler Zamanı Gazetesi”, “Urumçi Akşam Gazetesi”, “Çin Müslümanları” gibi dergi ve gazetelerde 350’den fazla şiir, 40’tan fazla akademik makale, 20’den fazla öykü yayınlamış.
2003’te halk yayınevi tarafından “Ağyar Çehre” adlı kitabı yayınlamış.
Kendisi Uygur Özerk Bölgesi Yazarlar Birliği ve Urumçi Şehri Yazarlar Cemiyeti’nin üyesi idi.
İsveç’e yerleştikten sonra da yazmaya devam etmiş, tarihi, siyasi, dini ve edebi makaleler yazıp birçok ünlü web sitelerinde yayımlanmıştır.
2018 yılında “Annemin Geçmişi” adıyla makaleler toplumu ve “Sersem Duygular” adıyla şiir kitabı yayınlandı.
2019 yılında ise “ Küreş Ölmeyecek” adıyla biyografi kitabi yayınlandı.
2019 Ekimde İsveç Narın Yayınevi tarafından Uygur şairlerin İsveç diline çevrilen “ Gece” adlı şiir kitabını yayınladı.
Şair şuan İsveç yazarlar toplumunun üyesi olarak yaşamını sürdürüyor. .
Görüldüğü gibi yazar, çok verimli, üretken ve boş kalmayan çalışkan bir insan olarak dikkatleri çekiyor.
Sanatçının “Sessizliğin Hikayesi” adlı eserini sizler için inceledik.
“Sessizliğin Hikayesi” 2021 yılında Ankara’da Omca Yayınları arasında basılıp yayınlanmış. Eserin çevirisini Amine Wayıt Sedef yapmış. Kapak ve Sayfa Tasarımı “FMK Tasarım” tarafından yapılmış.
Kitabın sunuş yazısında Prof Dr Alimcan İnayet’in bir yazısı var. Bu yazıda Sayın Alimcan şöyle diyor: “Tanrı Dağlarının üzerini saran kızıl dumandan nefes alamayan Uygur şairleri bağını bahçesini bırakarak göçmen kuşlar gibi uzaklara, çok uzaklara göç etmek zorunda kalmışlardır. Sarı rüzgarın dünyanın dört bir yanına savurduğu bu talihsiz şairler, insanın içine işleyen o hüzünlü sesleriyle yuvalarına olan hasret ve sılayı dile getirirken, diğer taraftan vatanında yaşanan zulmü, vahşeti ve soykırımı insanlığa duyurmaya çalışmaktadırlar.“
Abduşşükür Muhammed Qumhur, şiirlerinde sevgiyi, hasreti, üzüntüleri, Uygur Türklerinin çektiği acıları, gördüğü baskı, zulüm ve işkenceleri anlatmaktadır.
Şiirler Uygur Türkçesi ile yazılmıştır. Daha sonra baskıya geçerken Türkiye Türkçesine çevrilmiştir.
Heyalimin Karşısında
Hayalimin karşısında
Çıplak yatan karanlık gece
Süzülüverdi yanaklarıma
Gecenin son yaprakları
Belki benim özlemimdir
Gözümde tutan yaban güllere
Özlemimin gölgesi yok
Kızarıp pişer hicran bazen
Vakti arama, o da oturuyor
Soğan gibi soyulup derdin içinde
Özlemlerin buharı yükselen
Harflerle çömülen şair
Gözyaşında ölen şiirini
Gömüverir sonunda kendine”
Vatanından yirmi yıl gibi uzun bir süre ayrı olan şair, vatanına olan özlemini, ailesine karşı duyduğu hasretliği dile getirir. Annesine, babasına, kardeşlerine duyduğu özlemleri ve sevgileri anlatır. Yirmi yıl onlardan hiçbir haber alamamaktadır. Yaşayıp yaşamadıklarını dahi bilmemektedir. Kamplara mı götürülmüşlerdir? Esir mi edilmişlerdir? Yoksa fırınlara atılıp diri diri yakılmışlar mıdır? bilememektedir. İşte şiirlerinde bunları dile getirmiştir.
“Nevruz”
Ey yurdumun kel dağları
Geldi mi hiç sizlere bahar?
Kuzeydeki uzak bir elde
Oldum sana o kadar intizar.
Her sene bahar gelse kuzey’e
Gece olmaz bu yerde asla
Muhabbetli aydın geceyi
Özlüyorum yüreğimden yine de.
Çayırı ve gülün nemli kukusu
Hatırlatır bana annemi
Unutamadım yabancı elde hiç
Nevruz çorbası içtiğim vatanımı.
Önsöz kısmında Doç Dr Ekrem Özdemir şunları dile getiriyor: “Kadim Türk yurdu Doğu Türkistan, medeniyet öncüsü atalarımızın binlerce yıllık anılarına ev sahipliği yapmıştır. İnsanlığın, tarımın, tababetin, kültürün, sanatın, müziğin, makamın, şiirin ve Türkçenin belendiği beşik olan ana yurt bugün acının, zulmün, feryadın, ağıtların ve hasretin, göz yaşı ile yoğrulduğu bir yangın yerine dönmüştür. İşte böyle bir iklimin, bir şairin ruh dünyasında nasıl derin izler bırakabileceğinin en yakın kanıtı olan bu kitap, şairinin hasret, özlem ve anılarla dolu ifadelerini barındırmaktadır.”
Şair Qumhur “Nevruz“ adlı şiirinde vatanına olan özlemini, kel dağlarına bahar gelmiyor diyerek anlatıyor:
Nevruz
Ey yurdumun kel dağları
Geldi mi hiç sizlere bahar?
Kuzeydeki uzak bir elde
Oldum sana o kadar intizar.
Her sene bahar gelse kuzey’e
Gece olmaz bu yerde asla
Muhabbetli aydın geceyi
Özlüyorum yüreğimden yine de.
Çayırı ve gülün nemli kukusu
Hatırlatır bana annemi
Unutamadım yabancı elde hiç
Nevruz çorbası içtiğim vatanımı.”
Şair Qumhur, neredeyse tüm şiirlerinde Uygur Türklerinin çilesini dile getirir. Doğduğu fakat gönül rahatlığı ile yaşayamadığı, adeta sürüldüğü vatanının şehirlerini dile getirir. Tanrıdağlarını, Karakurum’u Cunggar’ı Taklımakan’ı gözyaşları içinde feryat ederek YAS tutan bir insan gibi anlatır:
YAS
Yas tut ey Tanrıdağ
ak kuşak bağlayıp beline.
Ağıt yak ey Karakurum,
kefen sarıp tenine.
Feryat et ey Cungğar,
gözyaşını dök,
gözyaşı tükenen ey Taklımakan.
Ağla ay Tarım,
Gözyaşın dönüşsün denize .
Ah çek ey Sayram,
hüzünlen ey Buğda,
ey kaderi taş olan halkım,
ne kısmetler düştü başına?
Kendin için ağla ey Uygur
dilip yüzünü,
yere atıp kendini,
Afrasyap Begkulu öldüğünde,
Öyle ağlamıştı Uygur onları gömdüğünde.
Biz ezelden sevdik Allah’ı ,
ama Allah sevmedi bizi.
Çilenin goncaları
dağılan her yere,
neşenin umut ışıklarıdır
hapsedilen karanlık evlere.
Ey Allah
Seviyoruz seni şu kadar
bir umut ver bizlere
03-11-2019
Şair Qumhur, insan hakları ile övünen, kendilerine dokununca dünyayı ayağı kaldıran ve fakat dünyanın herhangi bir yerinde şiddete maruz kalmış, hakları gasp edilmiş, işkence çekilen, öldürülen mazlum insanların karşısında sessiz kalan dünyayı eleştirir. Onların sahte, yalan düşüncelerini eleştirir. İnsanların kendilerini çabuk unuttuğunu ve hatta görmezden geldiklerini haykırırır. İşte Dünya, Uygur Türklerine yapılan zulme, işkenceye, baskıya ve cinayetlere karşı sessiz kalmıştır. Tüm gerçeklerin ortada olmasına rağmen görmemezlikten gelmektedirler. ”Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” düşüncesiyle hareket eden dünya, mazlum insanlara gereken duyarlılığı göstermemiştir. Qumhur, bu duruma sessiz kalmamış ve ”Dünya Beni Çoktan Unuttu” diyerek adeta haykırmıştır:
”Beni Çoktan Unuttu İnsanlar”
Unutuverdi insanlar beni
unuttuğu gibi Uygurlar’ı,
unuttuğu gibi geçen sene soğukta ölen
duvar dibindeki güz yapraklarını
Bazen dört duvarın bembeyaz kucağında
girmek isterim pencereye yapışan güneşe
çıkartıp üzerimdeki şiiri,
Lâkın şiir
çıkartamayacağım bir kıyafet gibi zorluyor beni.
Masamda uzanan hatıra
gençliğimde aşık olduğum kız gibi
mekân tuttu dudağımı.
Onun suya benzer yumuşacık hasreti
delik açar taş gibi tenime
Sesi yoktur hiçbir gecenin.
Yalnızlığa dolu yatakta
dimdik duruyor tenha nefesim,
onun tüm beklemelerinde
fakat vardır
bana ruh gibi yapışan şiirim.
29-03-2020
Umarız bu yalancı Dünya Mazlum insanlara yapılan haksızlıklara karşı bir gün elbet duyarlı olup sesini yükseltir. Yoksa sıranın kendilerine gelmesini mi bekleyecekler? Ses çıkarmaları için illa güçlü bir devlet tarafından asimile edilmeleri, yok edilmeleri mi gerekiyor.
Abduşşükür Muhammed Qumhur gibi sanatçıların sayesinde dünyada yapılan ve fakat gizlenmeye çalışılan, ”siyasi bir propaganda, ülkemizi kötülemeye çalışıyorlar, inanmayın” diyen Çin Zulmüne ve bunun gibi birçok mazlum insana yapılan zulmü duyduk. Allah, hepsinin yar ve yardımcısı olsun.
Uygur Türkleri gibi nerede zulüm, işkence ve şiddet gören toplumların yanındayız. Onların acılarını paylaşıyor ve elimizden geldiği kadar destek olmaya çalışıyoruz. Hiçbir şey yapamaz isek de kalemlerimizle, duygu ve düşüncelerimizle onların sesi olmaya devam edeceğiz…
Qumhur Hocalarımızın sesini duyurmaya devam edeceğiz. İyi ki Qumhur gibi okumuş, kültürlü ve bilinçli insanlar var. İyi ki korkmadan, cesurca yapılan haksızlıkları haykıran insanlar var.
Onlar, karanlık dünyaya güneş olup ışık vermeye, karanlıkları aydınlatmaya, sessiz çığlıkları duyurmaya çalışıyorlar…
Biz de onlara destek olmaya devam edeceğiz…
Hakan YOZCU
Gazimağusa KKTC
11.11. 2024